top of page

14. İstanbul Bienali / Tuzlu su

ARTER - Christine Taylor Patten – micro macro 1001 drawings

Sanatçı çok ince bir karga tüyü kalemle ve mürekkeple 1001 çizim işlemiş ve bu çizimler baştan sona yürüdüğünüzde bir animasyonun kareleri gibi teker teker hareket ediyor. Eser isminin de açıkladığı gibi mikro ve makro düzeydeki teklikten bahsediyor.Her şey birbirine dönüşebilen, birbirini içinde barındıran tek bir şey. Bu şey kendi nedenini kendisi teşkil eden -causa sui- olarak nitelendirilebilir. Tanrısız bir din anlayışı ya da postmodern bir düşünce olarak izlenebilecek bir eser. Aynı zamanda Tree of Life filmindeki uzay sahneleri ve o sonsuz kocaman boşluk, Beethoven Moonlight Sonata’daki notasızlık… Micro(atom) ve Macro(galaksiler) arasında kurulan ilişki ve bu ilişkide ego’nun yıkılması, komikleşmesi...

DEPO – Francis Alӱs – The Silence of Ani

Sanatçı video çalışmasında ilk olarak bir ırmağın iki tarafını görürürüz. Irmağın bir yanı Türkiye bir yanı Ermenistan’dır. Sonrasında yapı ve bitki örtüsü olarak ırmağın çevresine benzer bir alanda gizlice ilerlemeye çalışan insanlar görürürüz. Bu insanlar belki de birbirlerine doğru gizlice koşuyordur. İki farklı taraftan bahsetsek de bitki örtüsü tıpatıp aynıdır. Ama zaten iki farklı taraftan bile bahsetmemekte video, herhangi bir taraftan bahsetmemekte. Bir yandan gizlenip bir yandan koşuşturan bu insanlara bazı kuş sesleri eşlik eder. Sonradan anlamaya başlarız bu sesleri o insanlar bazı aletlerle yapmakta. Kuş sesleri yavaş yavaş ritim kazanır ve güzel bir cıvıltıya müziğe erişir. İnsanlar çalıların arasında ve taştan döküntüler arasında gizlenerekten yer değiştirmeye devam ederken yavaş yavaş da bu müzik sonlanır. Video biterken Ani şehri hakkında tarihsel bilgiler öğreniyoruz. Yok edilmiş güzel ihtişamlı bir şehir… Videodaki ses bunu bir öğretmen gibi anlatır ve ödevini verir. Bu şehrin yıkıntılarında dolaşırken kuş sesleriyle bir müzik yaratacaksınız ve kuşları buraya tekrar çağırcaksınız. Yaşamı buraya tekrar çağıracaksanız. Bu eseri izlerken, günümüzde bu bölgede sınırı bulunan iki ülkenin ilişkisi de mecburen göz önüne alınıyor. Yaşamı tekrar çağırmak bir katman daha anlam kazanıyor. Çünkü devletlerin zulümüne karşı en büyük direniş yaşamaktır. Gerçekten yaşamak.

ADAHAN SARNICI – Pelin Tan & Anton Vidokle – 2084

Videoda eski bir binada insanlar görmekteyiz. Bu insanlar kartondan yapılma, domuz ve at gibi hayvanların suratlarına benzeyen maskeler takmakta. Videoda Sanatçı Cumhuriyeti’nden bahsedilmekte. Çalışmanın olmadığı para yerine bilginin geçtiği müzelerin bilgi bankalarına dönüştüğü bu cumhuriyette birey en önemli şey. Hayatın her alanında sanat hüküm sürmekte ve her şey sanat eserine dönüştürülmekte. Ancak videoda bu cumhuriyetin çöküşünden de bahsetmekte ve videonun sonunda binanın kubbesinden aşağıya karakterlerimiz sürünmekte. Sanatın sanata karşı olduğu bir video olarak düşünülür. Hayatın dolaylanmasını temel edinen bir şey sanat, din gibi bilim gibi. Yaşam biterse her şey biter.

VAULT KARAKÖY THE HOUSE HOTEL– Janet Cardiff & George Bures Miller – Sad Waltz and the Dancer Who Couldn’t Dance

Cardiff ve Miller’in eseri motorlara ve mekanizmalara bağlı iplerle kontrol edilen bir kukla gösterisi. Bir kukla piyanist piyano çalmakta ve kukla kadın dans etmekte. Kuklanın dansının bir etkileyiciği beklenmemekte. Yaratıcı insan-kukla-makine ilişkisi sanat işini sorgulatıyor bize. Yapılamayan dansın bir 3D hareketler serisi olması ve dijitalin sanata dönüşmesinin farklı bir arayüzde izleyici ile buluşması. Kuklalar mükemmel değil, dans mükemmel değil, makine mükemmel!

GALATA ÖZEL RUM İLKÖĞRETİM OKULU – Anna Boghiguian – The Salt Traders

Anna Boghiguian’ın Galata Rum Okulu’ndaki bu enstelasyonu tuzun araştırmasını yapmakta. Bir geminin yelkenine benzeyen bir kumaş en çok göze çarpan parça. Parçalanmış gemi iskeletleri, yere serpilmiş tuz ve kum, kimyasal formüller tuzun araştırılmasına yardımcı oluyor. Anadolu bir zamanlar tuz ticareti için önemli bir yermiş ve köleliğin olduğu bu zamanlarda tuzla köleler takas yapılırmış. Bu takastan bahseden bir eserin Galata Rum Okulu’nda sergilenmesi belki de sanatçının bilerek anlatmadığı bir şey anlattı bana. Mübadele de aslında bir köle takasıydı.

GALATA ÖZEL RUM İLKÖĞRETİM OKULU – Prabhakar Pachpute – What We Have Left Is the Blue Water

Tamamen karanlık bir odaya giriyoruz. Bu odaya girmeden önce kapıda asılı duran fenerlerden birini alıp içeriye bakıyoruz. Odanın duvarları da simsiyah ve rasgele dağılmış küçük madenci heykelleri var. Uyuyorlar ya da ölmüşler. Benim hissettiğim; fenerle ölüleri bulmaya çalışıyoruz. Sanatçı o odanın madencilerin düşleri ile alakalı olduğunu söylüyor. Ortak çıkarım yaparsak düşlerinden dolayı ölen madenciler olabilir bunlar. Düşlerinden(hayallerinden) dolayı madene girmişler, madende ölmüşler. Sonsuz bir rüyaya girmişler.

GALATA ÖZEL RUM İLKÖĞRETİM OKULU – Michael Rakowitz – The Flesh Is Yours, The Bones Are Ours

Sanatçı eserin konusunu farklı açılardan ele alıyor. İlk olarak Ermeni bir alçı zanaatçısının Türk çırağından bahsediyor. Eserin ismi bir çırağın ustasına söylenene “eti senin kemiği bizim” lafından geliyor. Sanatçı ayrıca bu eserin 1915 Ermeni Soykırımı ile alakalı olduğunu da söylüyor. Eser alçı mimari süslemelerden oluşuyor ancak süslemelerdeki desenler kemik parçalarından yapılmış. Kalıplanırken kemik kullanılan bu eserler mimari olarak kemiklerin süs olarak sergilenmesini öngörüyor. Yani kemikler üzerine inşa edilen bir yapıdan bahsediliyor, bizim devletimizden bahsediliyor.

BÜYÜKADA HALK KÜTÜPHANESİ – Merve Kılıçer – Mater.ial

Eserde Tiamat ve İnanna’nın hikayesi anlatılıyor. Soyut anlatımla suyla tuzun evliliği, evrenin yaratılışı ve yer-gök’ün Tiamat’ın cesedinin iki parçası olması anlatılıyor. Konusu tuzlu su olan bienalin Babil-Sümer yaratılış mitolojisine eğilen bu eseri kısaca evreninin tuzlu sudan yarartıldığını soyutlamalarla anlatıyor.

SPLENDİD PALAS OTELİ –William Kentridge – O Sentimental Machine

Aynı anda izlenen beş farklı videodan oluşan bu eserde bir yandan Troçki ve sekreterini izliyoruz, Troçki kürsüde konuşuyor, mektuplar yazılıyor, bazı objeler suda yüzüyor, bir gramafonun kafası sürekli hareket ediyor. Anlatılan insanın duygusal bir makine olması ve bu makinenin programlanabilir olması; komünizmin insanı yönetme anlayışı… Ancak eser bu savın çöktüğünü anlatıyor ve başarısızlığını anlatıyor. Beş videoyu izlerken kafamız sürekli ekrandan ekrana dönüyor ve aslında biz kafası sürekli dönen gramafona benziyoruz. Yani bir makineye benziyoruz. Bu eser başarısızlıktan bahsetse de hala bizi makine yerine koyarak tamamen komünizm ihtimalini de yok etmiyor. Ortaya bir durum koyuyor bir düşünce ifade etmiyor aslında, tarafsız kalıyor. “Ütopik düşünce hem imkansız hem de zorunludur.”

Eserin sonuna doğru duyduğumuz şarkı: Mâzi Kalbimde Bir Yaradır, Seyyan Hanım

TROÇKİ EVİ – Adrián Villar Rojas – The Most Beautiful of All Mothers

Troçki’nin Büyükada’daki evinin yanından geçip denize indiğimizde bir hayvan ordusu karşılıyor bizi. Fil, iki zürafa, gergedan, buffalo, gergedan, su aygırı, aslan, geyik, kurt, at… Birebir boyutlarda olan bu hayvan heykellerinin bembeyaz rengi ve pütürlü dokusu denizden çıkmış ıslak bir alçı-çamur izlenimi veriyor. Hayvanların sırtlarında paslı metal – kil rengi – ahşap renklerinde malzemeler yığıntılar var, balık ağları, çapa, halatlar ve karpuz da var. Yığıntılar denizden çıkarken sırtlarına yapışan ve denizde birikmiş gibi rasgele durmakta, karpuz da büyük ihtimal denize soğusun diye konan karpuzlar. Hayvanlar tehditkar ama bilgece durmakta, hepsi aynı renkte ve aynı var olma durumuna tabi. Yüzyılların çöpleri – yani bizim onlara verdiğimiz zarar – sırtlarında taşıyorlar. Bizim iyiliğimizi de istiyorlar aslında. Heybetleriyle, güzellikleriyle duruyorlar ve dalgaların arasından çıkıp geliyorlar. Troçki’nin evinin önünde doğru zamanın gelmesini bekliyorlar.


bottom of page