top of page

Hayat Savrulmak*

“Bir arabanın peşinden koşuşturan bir kavunun çekirdekleri gibi hissediyorum, demek ki hayat savrulmakmış.”

"Niye bir akülü arabanın vites koluna istediğim sembolizmi yükleyip, o akülü arabayla hapishaneden özgür ruhları kaçırıp, onlarla bira içip, midye yiyip, ölü midyelerin siyah sözlerini defterime yazıp, o deftere yazdıklarımla kitap çıkartıp, onu bastırıp, kitapları geri toplatıp, parçalayıp mercimek çorbasına atmayayım?" dedim.

"Çünkü o çorbayı elektrikli cetvelle yaptım ve elektrik yüklü cetveller kağıtları çeker." dedi.

"Tamam, o zaman bulaşıkları yıka.” dedim. “Yaradan Rabbinin adıyla yıka. O bir insanı aşılanmış yumurtadan yarattı. Yıka. Rabbin en büyük Kerem sahibidir. O Rab ki süngerle yıkamayı öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti." dedim, tadımlık sidik gibiydim.

"Homurdayan makinelerin onuru için bu bulaşıkları yıkamayacağım." dedi.

"Sen bilirsin, ben de çorbamı tencereden içerim. O Rab ki tencereden yemeyi öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti " dedim.

Çorbamı içerken derin düşüncelere dalmıştım, ben hiçbir köpeğin çorbasında ekmek yüzdürürken derin düşüncelere daldığını görmedim, yani ağzını diktirme zamanı geldi şairlerin, anlam aramak yararlı bir terapi olabilir ancak gösterişli bir kölelikten ötesi de değildir.

Yirmibirinci yüzyılda bir fahişenin buzdolabındaki vişne reçeli gibi bir adım olsun, camdan kıyafetlerim olsun, metal bir kapağım olsun ve dünyayı yürüyerek dolaşayım eser miktarda şeker içeren bir vişne reçeli olarak.

“Ama olmaz efendim, sen bir insansın, insan olmak zorundasın, ahlaksız olmamalısın, vatana millete yararlı olmalısın, iyi bir hayatın olmalı, rüyaların bile mantıklı olmalı.”

“Ama ben dünyayı dolaşan bir vişne reçeli olmak istiyorum, kayısı reçelleriyle tanışıp onlarla aynı ekmek yataklarına sürülmek istiyorum.”

“Hayır, olmaz, talimatlara uymak gerekir, sorumlulukları bilmek gerekir, bırak reçelleri de çikolatan nasıl?”

Cebimdeki kedi tırnağından yapılmış erimiş çikolatalar vardı, benim sorumluluğumdaydılar, onlara bakmak için elimi cebime attığımda sıvılaşmaya başladıklarını farkettim, erimiş çikolataları hastaneye yetiştirmek için birden evden fırladım, hastane uzak olduğundan kendimi zorlayarak koşmam gerekiyordu, güvercin kokulu bir gündü, bir arabanın peşinden koşuşturan bir kavunun çekirdekleri gibi hissediyorum, içim eriyecek az sonra, çikolata da eriyecek, çikolatayı öldürmemek için onu hastaneye yetiştirmeliyim.

Bir süre sonra koşmaktan bıkmış, aldığım yoldan umutlanmıştım, hastaneye girdiğimde beni şapkalı bir a harfi karşıladı ve çikolatalarımı hemen yoğun bakıma götürdü.

Hayati tehlikeden kurtuldu çikolatalar

Ama ömürleri kısaldı tabii, çok yaşamak kötüdür zaten, az yaşamak meltem gibidir

Serseri meltemin boyundurluğunda deniz kenarında gezinirken yüksek kayalıklarda herhangi bir faytona rastlama, çünkü yirmi birinci yüzyıl atların çiftleşme mevsimi.

* Velvele Mecmua, Şubat 2013, 1. Sayı

bottom of page